Hz. Bahaullah


Hz. Bahaullah
Bahailer Hz. Bahaullah’ın bu günün Tanrı Mazharı, tüm geçmiş çağlarda ve dinlerde Vaat Edilen Kişi ve Hz.Bab’ın müjdelediği “Allah’ın izhar edeceği Kimse” olduğuna inanırlar. Bahai Dini Hz.Bahaullah’ın getirdiği ilahi öğretilere dayanmaktadır.

Yaşamı
Asıl adı Mirza Hüseyin Ali olan Hz.Bahaullah, 12 Kasım  1817’de İran’ın başkenti Tahran’da dünyaya geldi. Babası Mirza Buzurg-i Nuri, İran sarayında yüksek bir mevkisi olan, varlıklı bir vezirdi. Bu soylu ailenin kökleri, İran İmparatorluğu’nun geçmişine uzanıyordu. Hz.Bahaullah binicilik, hattatlık ve klasik şiir yazma sanatına dayanan bir eğitim alarak hayatının gençlik yıllarını bir asilzade olarak geçirdi.

Babasının vefatından  sonra  Kendisine  babasının vazifesi teklif edildiyse de O bunu reddetti. Bu dünyanın ünvan ve mevkilerinde gözü yoktu ve tüm enerji ve zamanını çeşitli hayırseverlik işlerine adamayı tercih etti. Bu nedenle 1840’lı yılların başlarında çevresinde “Yoksulların Babası” olarak nam salmıştı.

Hz.Bahaullah hayatının son kırk yılını sürgünde, hapse mahkûm edilerek geçirdi. 1852’de Bağdat ile başlayan bu sürgün ve hapis sürecinin tamamı Osmanlı     İmparatorluğu topraklarında yaşanmıştır. Hz.Bahaullah 1863 yılında üç buçuk ay İstanbul’da bulundu, 1863’ten 1868’e kadar Edirne’de kaldı, ardından yine o tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında bulunan Akka’ya sürüldü ve ömrünün kalan yıllarını burada geçirerek 1892 yılında bu maddi dünyadan ayrılıp ebediyete intikal etti.

Sürgün Yılları
Hz. Bahaullah, İran Şahı’na yönelik bir suikast girişimi ile ilgisi bulunduğu iddiasıyla tutuklanarak ölüm cezasına çarptırıldı. Ancak hem ailesini tanıyan ve O’nun böyle bir olayın içinde olamayacağını bilenlerin girişimleri hem de kişisel ünü ve sosyal mevkisi nedeniyle bu karar hayata geçirilmedi.

Bunun üzerine Farsça’da “Kara Çukur” anlamına gelen ve şartlarının kötülüğüyle meşhur olan Siyah Çal adlı bir zindana atıldı. Yetkililer bu tutukluluğun Hz. Bahaullah’ın ölümü ile sonuçlanmasını umuyorlardı. Ne var ki o zindan bugün dünyanın dört bir yanında milyonlarca inananı olan yeni bir dinin doğuş yeri oldu.

Hz.Bahaullah Siyah Çal’da dört ay kaldı. Her yanı kederle sarılmış, solunabilecek en feci havayı teneffüs ederken ve ayakları ağaç kütüklerine bağlı, boynu devasa bir zincirin ağırlığı altındayken ilk Vahyi aldı. En Yüce Ruh kendisini O’na bu korkunç şartlar altında izhar ederek harekete geçmesi ve Tanrı Sözü’nü ilan etmesi çağrısında bulundu. Bahai Zuhuru 1852 yılında  Siyah  Çal’ın  karanlıklarında  böylece  doğmuş   fakat Hz.Bahaullah bu olanlardan kimseye söz etmemişti. Görevini ilan etmek için Tanrı tarafından tayin olunan saatin gelişini bekliyordu. Hz.Bahaullah’ın Siyah Çal’da yaşadığı olay, gelecek kırk yıl boyunca devam edecek olan bir vahiy sürecinin başlangıcı olmuştur. Bu sürecin meyveleri olan çok sayıda levih, kitap, dua, risale ve mektup Bahai Dini’nin kutsal yazılarını oluşturur. Bu yazılar insanlığın ruhani, ahlaki, ekonomik, politik ve felsefi olarak her seviyede yeniden yapılandırılması için çizilen ilahi çerçeveyi ortaya koymuştur. Hz.Bahaullah’ı kabul edenlerin oluşturduğu Bahai toplumu ilhamını bu yazılardan alır, ruhani makamını keşfeder ve yaratıcı enerjisini edinir.

Hz.Bahaullah, suçsuz olduğu anlaşılınca serbest bırakılarak zindandan çıktı; ancak 1853 yılının Ocak ayında, ailesi ile birlikte kırk yıl sürecek çok zorlu bir sürgün hayatının ilk durağı olan Bağdat’a gönderildi.

Hz.Bahaullah Bağdat’ta yaklaşık on buçuk yıl yaşadı. Kendisine verilen ilahi görevi henüz kimseyle paylaşmamış  olmasına rağmen, geçen zamanla birlikte azameti daha da aşikâr oluyordu. Birçok insan O’nun Makamını fark etmeye başlamıştı. Bağdat Valisi olan Namık Paşa’dan sıradan insanlara kadar, herkesin büyük saygısını kazanmıştı. Hatta bu dönemde Hz.Bahaullah ve yakın çevresi, İran hükümetinin baskılarından korunabilsinler diye,  Osmanlı  vatandaşlığına  geçirildiler.  İran  hükümetinin Hz.Bahaullah’ın daha uzaklara gönderilmesi için yaptığı diplomatik girişimler neticesinde, Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz, Hz.Bahaullah’ın başkent İstanbul’a gönderilmesine karar verdi.

Hz.Bahaullah Bağdat’tan ayrılmadan önce, ailesi ve Kendisine eşlik edenlerle birlikte, 21 Nisan-2 Mayıs tarihleri arasında, Dicle nehrinin kıyısındaki bir bahçede kaldı ve tüm geçmiş dinlerde Vaat  Edilen Kişi’nin Kendisi olduğunu, yakınındaki küçük bir topluluğa burada ilan etti. Hz.Bahaullah’ın görevini ve makamını açıkça ilan ettiği ilk yer olan bu bahçeye daha sonra Rızvan (Cennet) Bahçesi adı verildi. Bu bahçede geçirilen on iki günlük dönem, Bahailer tarafından her yıl Rızvan Bayramı olarak kutlanır.

Bahai Dini’nin ana kitabı olan Kitab-ı Akdes’te bu olayla ilgili şu ifadeler yer almaktadır: Gerçekten de, Rızvan’ın birinci gününde, en mükemmel isimlerimizin ve en yüce sıfatlarımızın ihtişamını bütün varlık âleminin üzerine saçtığımızda, yaratılmış her şey arınmışlık denizine daldırılmıştır.5

İstanbul ve Edirne’ye Geliş
3 Mayıs 1863 günü Hz.Bahaullah ve ailesi, küçük bir inananlar grubu ile birlikte İstanbul’a doğru yola çıktı. Kafile İstanbul’a Osmanlı hükümetinin misafiri olarak davet edildiği için yolcular geçtikleri her yerde devlet yetkililerinden ve halktan saygı gördü ve yola çıktıktan yaklaşık üç buçuk ay sonra, Mardin, Diyarbakır, Sivas,  Tokat  ve  Samsun  gibi  çeşitli  şehirlerden  de  geçerek  16 Ağustos 1863’te İstanbul’a ayak bastı.

Hz.Bahaullah, İstanbul’da kaldığı kısa süre içinde Kendisini tanıyanların büyük saygısını kazandı. Ancak gördüğü bu yakın ilgi bir kez daha diplomatik sıkıntılara yol açınca, Edirne’ye gönderilmesi için Sultan Abdülaziz tarafından bir ferman daha verildi.

Hz.Bahaullah’ın Edirne’ye gönderilmesi, uzun ve zorlu yılların başlangıç noktasıdır.
 
Çok sert kış koşullarında, gerekli hazırlıkların yapılmasına izin verilmeden yola çıkmaya zorlanan kafile 12 Aralık 1863’te Edirne’ye ulaştı. Bu olay Bahailere göre bir Tanrı Elçisi’nin bilinen dinler tarihinde ilk defa Avrupa kıtasına ayak basıyor olması nedeniyle büyük önem taşır. Bahai Dini açısından Edirne’nin önemi Hz.Bahaullah’ın 1867 yılında, dünyanın krallarına ve yöneticilerine gönderdiği mektuplarla İlahi Misyonunu evrensel ölçekte ilk kez bu şehirden ilan etmiş olmasından da kaynaklanır.

Hz.Bahaullah Edirne’de Fransız İmparatoru III.Napolyon’a, Rus Çarı II.Aleksander’a, İngiltere Kraliçesi Victoria’ya, Prusya Kralı I. William’a, Avusturya İmparatoru Francis Joseph’e, Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz’e, İran Şahı Nasıruddin’e, Amerika’nın yöneticilerine ve eyaletlerin başkanlarına, Papa IX. Pius’a ve Hıristiyan kilisesinin bütün rahiplerine hitaben çeşitli mektuplar yazmıştır. Bu mektuplarda Makamını açık bir dille ilan ederek yeni bir çağın doğuşunun çok yakın olduğunu, ancak bunun gerçekleşmesinden önce dünyanın politik ve sosyal düzeninde çok büyük karışıklıklar yaşanacağını haber verir. Ayrıca insanlığın bu geçiş sürecini en az zararla atlatabilmesi için dünya liderlerine adil olmaları çağrısında bulunur, silahsızlanma için büyük çaba göstermeleri ve milletler birliğinin oluşturulabilmesi amacıyla el ele vermeleri için hepsini teşvik eder ve kalıcı barışın tesis edilmesinin tek yolunun, savaşa karşı birlik içinde hareket etmek olduğu uyarısını yapar.

Hz.Bahaullah’ın Edirne’deyken Emrini tüm dünyaya ilan etmiş olması Bahailer için çok önem arz etmektedir; zira ilk kez bir Tanrı Elçisi vahyini Avrupa kıtasından dünyaya ilan etmiş ve yaymıştır.
 
Akka’ya Varış ve Yaşamının Sonu
Hz. Bahaullah Edirne’de dört buçuk yılı aşkın bir süre kaldı. Ancak şehir halkının ve yetkililerin Kendisine gösterdiği ilgi ve saygıdan rahatsız olanların kışkırtmaları neticesinde, bu kez de o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde olan Akka’ya sürgün edildi. Bu kararı verenler, Hz.Bahaullah’ın ününün ve itibarının bu uzak şehirde silinip yok olacağından emindi.

Hz.Bahaullah ve yanındakiler güçlüklerle dolu bir kara ve deniz yolculuğunun ardından 31 Ağustos 1868 tarihinde Akka’ya vardılar. O yıllarda canilerin ve siyasi suçluların gönderildiği bir yer olan Akka, bu uzun sürgün hayatının son durağı olacaktı. Nitekim Hz.Bahaullah hayatının kalan yirmi dört senesini burada geçirmiş ve Akka’da ebediyete intikal etmiştir.

Bahai Dini’nin ana kitabı olan Kitab-ı Akdes, 1873 yılında Akka’da nazil oldu. Bu eser Hz.Bahaullah’ın getirdiği yeni Dine iman edenlerin uyması gereken yasaları ve öğretileri ortaya koyar ve Bahai yönetim düzeninin temel esaslarını belirler.

Hz.Bahaullah ömrünün son on beş yılını ruhani ve toplumsal konular üzerinde nazil olan ilahi öğretileri kaleme alarak ve ziyaretçilerini kabul ederek geçirdi.

Hz.Bahaullah 29 Mayıs 1892 tarihinde, 75 yaşındayken Akka’da dünyevi yaşamına gözlerini yumdu. Kutsal naaşı, gözlerini yumduğu köşkün hemen yanındaki küçük bir evin kuzeye bakan bir odasına defnedildi. Behci olarak anılan bu mekân o günden beri Bahailer tarafından dünyanın en kutsal noktası olarak kabul edilmektedir.