Temel Öğretileri Nelerdir

BAHAİ DİNİ’NİN BAZI TEMEL ÖĞRETİLERİ
Bu bölümde Bahai Dini’nin bazı temel öğretileri hakkında kısa açıklamalar yapılacaktır. Bu öğretiler arasında özel bir başlık altında yer almıyor olsa da Allah’ın varlığı, tekliği, birliği ve eşsizliği Bahai Dini’nin temel ilkesidir ki bu konu Bölüm III’te detaylıca incelenmiştir.

Dinlerin Birliği


Tüm ilahi dinlerin temelinin bir olduğu prensibi Bahai Dini’nde de teyit edilir. Hz. Bahaullah şöyle söyler:
Hangi ırk veya dinden olurlarsa olsunlar, dünya insanları nın ilhamlarını aynı semavi Kaynak’tan aldıkları ve tek bir Allah’ın kulları oldukları konusunda hiçbir kuşku olamaz.140
İlahi öğretilerin birçoğu her dinde aynıdır. Dikkatli bir şekilde incelenecek olursa farklı dini sistemlerin aralarındaki ortak noktaların farklılıklardan çok daha fazla olduğu görülecektir. Bir başka deyişle bütün Tanrı Mazharlarının getirdikleri öğretiler, özleri itibarıyla tek ve hepsi doğrudur. Bu öğretilerin tümü insanlığa hizmet etmiş ve mükemmelliğe ulaşma yolculuğunun rehberi olmuştur.

Ancak insanlık bazı şekil farklılıklarına bağlanarak inançlar arasında bölünmüştür. Çok büyük oranda atalarımızdan körü körüne taklit yoluyla miras kalan bu yapay farklılıklar hiçbir şekilde dinlerin temeli ve esası değildir. İlahi Gerçek’ten ve  Tanrı Mazharlarının getirdikleri öğretilerden uzaklaşılması, anlaşmazlık ve önyargılara, mücadele, çekişme ve savaşlara neden olmuştur. Hz. Bahaullah tüm insanlığı bu ayrımcılığın yapay ve sonuçları itibarıyla çok tehlikeli olduğu konusunda şöyle uyarır:

Ey Tanrı birliğine inananlar! Tanrı Mazharlarına veya Onların Zuhurlarına öncülük veya eşlik eden alametler arasında sakın seçim yapmayınız. Bu gerçeği görmek isteyenler için tevhidin asıl manası işte budur. Emin olunuz ki Tanrı Mazharlarının edip eyledikleri ve eyleyecekleri ve hatta Onlarla ilgili her şey Tanrı’dandır, Tanrı’nın meram ve iradesinin tecellisidir. Onların şahısları, sözleri, memuriyetleri, davranışları arasında en ufak bir fark gözetenler, Tanrı’yı inkâr, ayetlerini red ve Elçilerinin Emrine ihanet etmiş olurlar.141

Öte yandan dini öğretiler arasında bazı doğal farklılıklar da vardır. Bahailerin inancına göre Tanrı Mazharlarının öğretilerindeki bu farklılıklar, bu Mazharların makamlarından veya önem seviyelerinden değil, zuhur ettikleri çağın ihtiyaç ve kapasitelerinden kaynaklanır. Hz. Bahaullah’ın bu konudaki açıklaması şöyledir:

Bu prensipler ve şeriatlar, bu kökleşmiş kuvvetli sistemler, aynı Kaynaktan çıkmış olup tek bir Işığın ışınlarıdır. Görülen başkalıkların sebebi bunların kuruldukları devirlerin icaplarında aranmalıdır.142
 
İnsanlığın Birliği
Bahai Dini’nin temel öğretilerinden bir diğeri tüm insanlığın bir olduğuna dair kuvvetli inançtır. Hz. Bahaullah insanlara şunu öğütler:
Dostlar! Birlik çadırı kuruldu; birbirinize yabancı gözüyle bakmayınız. Hepiniz bir ağacın meyveleri ve bir dalın yapraklarısınız.143

Bunun anlamı tüm insanlığın tek bir ağaç, tüm ulusların ve toplumların bu ağacın dalları ve her bireyin bu dallardaki yapraklar veya meyveler olduğudur.
Bahailerin görüşüne göre insanlığın birliği günümüzün en öncelikli ve en önemli konusudur.

Tarih, asırlar boyunca uluslar, toplumlar, dinler ve mezhepler arasında bitmek bilmeyen savaşlara ve çekişmelere tanık olmuştur; ancak bu çağda insanlık birleşmek ve yaşamakta olduğu sıkıntıları birlikte aşmak için gerekli teknolojik ve entelektüel zenginliğe sahiptir. Birliğin sağlayacağı faydalar ve uyumsuzluğun sebep olduğu toplumsal hastalıklar açıkça belirginleşmiş, insanların ortak duygulara ve amaçlara sahip olmasının getireceği kazançların ne kadar büyük olduğu anlaşılmıştır. Dünya halkları arasında birliğin ve barışın ancak sorunların çözülüp adaletsizliklerin giderilmesinden sonra mümkün olabileceği düşüncesinin aksine, Hz. Bahaullah, milliyetleri, inançları veya etnik kökenleri ne olursa olsun tüm insanların karşı karşıya bulunduğu asıl meselenin, insan tabiatının birliğini yansıtacak bir küresel toplumun temellerini atmak olduğunu ifade eder.

Eğer adalet, barış ve refah istiyorsak cevabını tüm insanlık adına aramamız gereken temel soru şudur: Acılar içindeki dünyamız, barışın hüküm sürdüğü bir yer hâline nasıl getirilebilir? Bahailere göre dünyada düzenin ve birliğin kurulması, her şeyden önce “insanlığın birliği” fikrini kabul etmekle sağlanır. Bu, her türlü önyargının terk edilmesini, ırk, sınıf, renk, milliyet, cinsiyet ve maddi medeniyet farklılıklarını bir tarafa atmamızı gerektiren, ruhani bir prensiptir. Bahai Dini her şeyin olduğu gibi bunun yolunun da eğitimden geçtiğini, dolayısıyla bu prensibin  dünyanın her yerindeki okullarda çocuk yaştan itibaren insanlara öğretilmesi gerektiğini savunur.

İnsan bedeni benzetmesi, birlik prensibinin toplumsal organizasyonu nasıl yönetebileceğini göstermektedir. Beden içerisinde, olağanüstü çeşitlilikte şekilleri ve görevleri olan milyonlarca hücre insanın varlığını mümkün kılmak için birlikte çalışmaktadır. Hem bireysel görevleri için hem de bütünün büyüyüp gelişmesi ve refahı, mutluluğu ve sağlığı için neye  ihtiyaç duyarlarsa vermekte ve almaktadırlar.

Hiç kimse sağlıklı bir bedenin yaşamını, sınırlı kaynaklar için çıkarcı rekabet  kavramı gibi bugünlerde toplumu tanımlamak için çok serbest  bir biçimde kullanılan kavramlar yönünden açıklamaya çalışmayacaktır. Kimse de bedenin daha iyi görev yapabilmesi için onun tüm hücrelerinin aynı olması gerektiğini savunmayacaktır; böyle bir aynılık, bedeni var olması için gerekli karmaşık görevlerden herhangi birini yerine getiremez kılacaktır. İnsan bedeninin görev yapmasını yöneten prensip çeşitlilik  içinde   birliktir.

İnsan   toplumunu   da   benzer   bir   biçimde düşünmek mümkündür. Toplum, çeşitli yakın ilişkilere ve ikincil kimliklere sahip olan, fakat aynı zamanda insanlığın geriye kalanıyla paylaştıkları ve ruhani doğa olarak yerleşmiş bir asıl kimliğe  insan kimliğine de sahip olan çok büyük sayıda bireylerden ve gruplardan oluşmaktadır. Bütün insanların gerçeğini yansıtan bu kimlik, onların herkesin ortak çıkarını ilerletmeye yönelik kolektif çabalarının temelini oluşturmaktadır. İnsanlığa bu bakış açısıyla bakıldığında, birliği ve bunun tesis edilmesi için çabalamanın gerekliliği göz ardı edilemez.

Bahai İnancı’na göre yeryüzünün eşit haklara sahip ortakları olan dünya insanlarının birleşmesi, ne uzak bir geleceğe dönük bir hayal ne de sonuç itibarıyla bir seçenek meselesidir. Buna göre birlik, sosyal evrim sürecinin bir sonraki ve kaçınılmaz evresidir ve geçmişin ve geleceğin tüm tecrübeleri bizi bu yöne doğru  itmiş olup bundan sonra da itecektir. Bu gerçek kabul edilip benimsenmediği sürece, yerküremize musallat olan musibetlerin hiçbiri çözüme kavuşamayacaktır; çünkü bu çağda insanlığın vermesi gereken mücadele bölgesel değil evrenseldir.

Hz. Şevki Efendi insanlığın birliği prensibinin anlamı ve çeşitli boyutları hakkında şu açıklamayı yapmıştır:
Hz.   Bahaullah’ın   diğer  bütün  öğretilerinin    etrafında döndüğü eksen olan İnsanlığın Birliği ilkesi, sıfr bilinçsiz bir duygu patlaması veya belli belirsiz ve sahte bir temenninin ifadesi değildir. Onun çağrısı ne yalnızca insanlar arasındaki kardeşlik ve iyi niyet ruhunu yeniden uyandırmakla özdeşleştirilmeli, ne de yalnızca halklar ve uluslar arasında uyumlu işbirliğini güçlendirmek şeklinde algılanmalıdır...   Onun mesajı yalnızca bireylere uygulanabilir olmakla kalmaz, esas olarak bütün devletleri ve ulusları tek bir insanlık ailesinin üyeleri olarak birbirine bağlaması şart olan temel ilişkilerin doğasıyla ilgilidir… Bugünün toplumsal yapısında dünyanın henüz bir benzerini yaşamadığı organik bir değişimi ifade eder.144

İnsanlık, her tür, renk ve kokudan oluşan çiçeklerin yan yana yetiştiği büyük bir bahçeye benzetilebilir. Bahçenin güzelliği ve çekiciliği bu çeşitlilikte yatar. Tanrı, derimizin rengi ne olursa olsun, dünyanın hangi bölgesinden gelirsek gelelim, hepimizi sever. O hâlde biz neden birbirimize yabancılar gibi bakıyoruz? Oysa fiziksel özelliklerimiz, huylarımız, geçmişlerimiz, fikir ve düşüncelerimiz yönünden aramızdaki farklılıkların ihtilaf ve çekişmeye neden olmasına izin vermeden,  çeşitliliğimizden sevinç duyarak insanlık ailesinin bütün üyelerini aynı bahçede yetişen güzel çiçekler olarak görebilir ve bu bahçeye ait olmaktan mutluluk duyabiliriz.

Genel Eğitimin Zorunluluğu
Hz. Bahaullah bilgi edinmenin insanlığın yükselişine sebep olan kanatlar olduğunu öğretir. Bu nedenle bilgi edinmek herkesin hakkı ve görevidir.
Medeniyetin kalbinde, toplumsal gelişimin kaynağı olan bilgiyi üretmek ve hayata geçirmek yatar. Bu nedenle Bahai Dini’nin temel öğretilerinden biri de hem kız hem erkek çocukların eğitilmesi zorunluluğudur. Eğer aileler çocuklarının eğitimini ihmal ederlerse Tanrı katında sorumlu olurlar. Dolayısıyla çocukların eğitimi bütün Bahailer için ihmal edilemeyecek, kutsal bir görevdir.
 
Bahai Dini kız çocuklarının erkek çocuklar kadar eğitime ihtiyacı olmadığı düşüncesini kesin bir şekilde reddeder. Hatta eğer bir ailenin tüm çocuklarına iyi bir eğitim sağlama imkânı yoksa önceliğin kız çocuklarına verilmesi tavsiye edilir.

Bahailerin eğitim anlayışı yalnızca okuma yazma öğrenmekle sınırlı değildir. Eğitim bizi hurafelerden, önyargılardan ve materyalizmin pençesinden kurtarmalıdır. Çocuklar tüm  insanlığa en iyi şekilde hizmet edebilmek için mümkün olan en iyi akademik, mesleki, fiziksel ve ruhani eğitimi almalıdırlar.  Bahai Dini’ne göre eğitimin amacı, dünyanın tek bir vatan ve tüm insanların da onun vatandaşları olduğuna inanan, hizmet ve sevgilerini daha iyi bir dünyanın kurulmasına adayacak kadın ve erkekler yetiştirmek olmalıdır. İnsanlar bu yaklaşımı benimsedikleri takdirde insan âleminin birliğini kurmak mümkün olacaktır.

Kadın Erkek Eşitliği
Bahai Dini’nin bir diğer temel prensibi kadın erkek eşitliğidir. Bir toplumda kadın erkek eşitliğini kurmak, insanlığın ilerlemesi için yaşamsal olan ve günümüzde birçok insanın zihnini meşgul edip çabalarına yön veren bir konudur. Bahailer kadın erkek eşitliğinin sadece toplumun iyiliği için ulaşılması arzu edilen bir durum olmakla kalmayıp insanın varoluşu ile ilgili temel bir doğru olduğunu savunurlar.

Dünyanın hemen her yerinde gördüğümüz ve erkeklerin çeşitli şekillerde sahip olduğu avantajlar erkeklerin üstünlüğünün bir sonucu olmayıp aslında kadınlara potansiyellerini geliştirme fırsatının verilmemiş olmasından kaynaklanır.
 
İnsanın  gerçeği  onun  ruhudur  ve  ruhun   cinsiyeti   yoktur. Hz. Bahaullah “Kadın ve erkek Tanrı’nın gözünde eşit olmuş ve daima eşit olacaklardır”145 beyanıyla kadın ve erkek arasında hiçbir farkın olmadığını açıkça ifade etmiştir. Kadın ve erkeğin arasında ruhaniyet açısından hiçbir fark ve üstünlük yoktur. Bu nedenle ruhani bir gerçek olarak zaten var olan eşitliğin günlük hayata da yansıtılması şarttır.

Bahai Dini erkek ve kadının hayatın çeşitli yönlerini inkâr edilemeyecek bir şekilde etkileyen bazı fiziksel farklılıklara sahip oldukları gerçeğini inkâr etmez. Fakat özleri itibarıyla, nitelikleri ve yapabilecekleri şeyler açısından, insanı insan yapan yönler bakımından,  kadınlar  ve  erkekler  birbirlerinden  farksızdır.  Hz. Abdülbaha’nın bu konuyla ilgili bir açıklaması şöyledir:
Hz. Bahaullah’ın öğretilerinden biri kadın ve erkek eşitliğidir. İnsanlık dünyasının iki kanadı vardır; biri erkek öbürü ise kadındır. İki kanat eşit olmayınca kuş  uçamaz.146

Bahai görüşüne göre yaşamın her alanında erkeklerle eşit bir pozisyona erişebilmeleri için kadınlara her fırsat tanınmalıdır. Kadın erkek eşitliği ruhani dünyada olduğu gibi bu madde dünyasında da bir gerçeklik hâline gelene kadar, insanlığın gerçek anlamda ilerlemesi mümkün değildir. Bu eşitliğin hayata geçirilmesi sadece kadınlara sosyal düzen içerisinde toplum yaşamına katılabilecekleri bir yer açmakla başarılamaz. Aksine kadınlar ve erkekler, eşitliğin hâkim olduğu sosyal bir düzeni kurabilmek için omuz omuza, birlikte çalışmalıdırlar.
 
Önyargıların Terki ve Gerçeğin Serbestçe Araştırılması
Eğer insanlık barışçıl ve adil bir dünya kurmak istiyorsa her türlü etnik, milli, dini ya da sınıfsal taassup ve önyargıdan arınmalıdır. Bahai Dini böyle önyargıları insanlığın ortadan kaldırması gereken yıkıcı hatalar olarak görür.

Ey İnsan Oğulları! Bilir misiniz sizi niçin bir topraktan yarattık? Kimse kimseye iftihar etmesin diye. Her an yaradılışınızı düşününüz. Mademki Biz sizi aynı şeyden yarattık, sizin de tek bir şahıs gibi olmanız gerektir; şöyle ki, tek bir ayakla yürür, tek bir ağızla yer, tek bir toprakta oturur gibi davranmalısınız… Size öğüdüm budur. Bu öğüdümü tutarsanız, bulunmaz şeref ağacının nefis meyvelerinden yersiniz.147

Bilgiye susamışlık insanın yaşam amacını şekillendiren temel güçlerden biridir. İnsanın doğasında var olan bilme arzusu her insanı evrenin sırlarını ve onun hem görünen hem görünmeyen düzlemlerinde sonsuz çeşitlilikteki olayları anlamaya çalışmaya iter. Aynı arzu, kişiyi kendi içindeki sırları da tam olarak anlama arayışına yönlendirir.

Tanrı insanoğluna gerçeği görebilmesi ve doğruyu yanlıştan ayırt edebilmesi için göz, gerçeğin sesini duyabilmesi için kulak ve keşifler yapabilmesi için akıl bağışlamıştır. Bahailer insana bağışlanmış olan bu donanımların gerçeğin serbestçe araştırılabilmesi için verildiğine inanırlar. İnsanoğlu gerçeği başkasının gözüyle değil, kendi gözüyle görmeli, başkasının kulağıyla değil, kendi kulağıyla duymalı, başkasının aklıyla değil, kendi aklıyla algılamaya çalışmalıdır.
 
Gerçeğin bu şekilde serbestçe araştırılması şahsi fikirlerimizden ve peşin hükümlerimizden arınmamızı gerektirir. Eğer bireyler muhakeme yeteneklerini kullanmayıp hayranlıktan, korkudan ya da başka bir sebepten dolayı bazı fikir ve görüşleri sorgulamadan kabul etmeyi tercih ederlerse, temel ahlaki sorumluluklarını  ihmal etmiş olurlar. Hz. Bahaullah insanların  bilgiye  “başkalarının gözleriyle değil kendi gözleriyle”148 ulaşmalarının temel bir zorunluluk olduğunu belirtmiştir.

Dünyadaki çatışmaların en önemli sebeplerinden birisi insanların çeşitli gelenek, akım ve görüşleri körü körüne  ve  sorgulamaksızın takip etmesidir. Dahası insanlar böyle davrandıkları zaman bazen bu akımlara aşırı bir şekilde bağlanırlar ki bu da farklı olan karşısında hoşgörülü olma ihtimalini azaltır ve körü körüne bağlılıklar eninde sonunda çatışmaya yol açar. Bu nedenle bireyler önyargılardan arınmak ve özgür düşünebilme kabiliyetlerini geliştirmek için sürekli bir çaba içerisinde olmalıdırlar.

Bilim ve Dinin Uyumu
Bilim ve dinin uyumu Bahai Dini’nin temel öğretilerindendir.  Hz. Abdülbaha bu konuda şu açıklamayı yapmıştır:

Din ve bilim insan zekâsını yükseltebilecek ve insan ruhunu geliştirebilecek iki kanattır. Yalnızca tek  bir kanatla uçmak mümkün değildir! Bir insan yalnızca din kanadıyla uçmaya çalışacak olursa hızla hurafe çamuruna saplanacak, öte yandan, yalnız bilim kanadıyla da gelişim gösteremeyecek ve bu sefer de materyalizmin çaresizlik bataklığına sürüklenecektir...    Din bu hurafelerden,geleneklerden, ahmakça dogmalardan kurtulup bilimle ittifak ettiği zaman dünyada ortaya çıkacak olan birleştirici ve temizleyici büyük bir kuvvet, tüm savaşları, anlaşmazlıkları, uyuşmazlıkları ve çekişmeleri silip süpürecek ve o zaman insanlık Allah’ın sevgisinin kuvveti altında birleşecektir.149

İnsanoğlu, bu çağda insanlık tarihinde görülmemiş düzeyde bir teknolojik ve ekonomik gelişim elde etmiştir. Buna rağmen yeryüzündeki sorun ve sıkıntılar günden güne artmaktadır. Bahailere göre bu durum, maddi gelişimin insanlığın refahı ve mutluluğu için tek başına yeterli olmadığının açık bir kanıtıdır.

İnsan yaşamının maddi ve ruhani yönleri arasındaki hayati bağın kabul edilmesi, refahtan ne kastedildiğinin anlaşılmasına ve böyle bir refaha ulaşılması için gerekebilecek mekanizmaların kaçınılmaz bir biçimde yeniden tanımlanmasına yol açacaktır. Bu farkındalıkb,ilim ve dinin geli şim sürecinde oynadıkları rolün sistematik bir şekilde incelenmesi ihtiyacını ortaya çıkarır.

Bahai İnancı’na göre gerçek din, bilimle uyum içerisindedir. Çünkü gerçek tektir ve din ile bilim bu gerçeği araştırmamıza yardım ederler. Her ikisi de bizi içinde yaşadığımız dünya konusunda bilgilendirir. Din aracılığı ile bize kazandırılan içsel anlayış, bilimsel sorgulama ile yapılan keşifler sayesinde bütünlük kazanır. İkisi birlikte, medeniyetin maddi olduğu kadar ruhani yönünü de kabul eden bir yaklaşımla toplumlarımızın çeşitli ihtiyaçlarını karşılayacak olan bilgi birikimini yaratıp kullanmamıza zemin hazırlar.
 
Bahailer, dinin ve bilimin araştırdığı gerçeğin yaratıcısının Allah olduğuna inanırlar. Tek bir gerçek olduğundan yola çıkıldığında bir şeyin bilimsel olarak hatalı olsa da dinen geçerli olması ya da bunun tam tersi olması mümkün değildir. Bu gibi çelişkiler sadece insanlığın yanılgı ve önyargısından kaynaklanmaktadır.

Din dindir; tıpkı bilimin bilim olduğu gibi. Bunlardan ilki İlahi vahiyler yoluyla sürekli bir şekilde göz önüne serilen değerleri ayırt edip ifadeye döker; ikincisi ise insan aklının keşif vasıtasıdır. Din evrimsel sürece hizmet eden hedefleri belirlerken, bilim bu hedeflere ulaşılmasına yardımcı olur.

Dünya Barışı
İnsanoğlunun en eski ve büyük özlemlerinden olan dünya barışı Bahai Dini’nin bir diğer temel prensibidir.

Dünya barışının bugünün acil ihtiyacı olduğunu inkâr edecek insan sayısı herhâlde çok azdır. Bahailer de bu görüşü  savunurken dünya barışının güzel ancak gerçekleşmesi mümkün olmayan bir temenni olmakla kalmayıp kaçınılmaz olduğuna inanırlar. Ancak insanlığın önünde iki seçenek vardır. Bu barış ya büyük acılar sonunda gelecek ya da insanlar birleşerek barışı artık kabul edeceklerdir.

Hz. Bahaullah bir asırdan daha fazla bir zaman önce dünyanın durumu hakkında şu tespiti yapmıştır: “Ne yazık ki umutsuzluk rüzgârları her taraftan esiyor ve insanlığı parçalayıp felaketlere sürükleyen ihtilaf her gün artıyor… çünkü mevcut düzen acınacak derecede bozuk ve yetersiz gözüküyor.”150 İnsanların büyük çoğunluğu bencil ve saldırgan davranışların, insanın doğal bir özelliği olduğu fikrindedir. Bahailer bunun barışa ulaşmamızı engelleyen, yanlış bir görüş olduğunu savunurlar. Buna göre dünya barışının temelini atmanın ilk adımı, insanlığın içinde bulunduğu durumu, olgunluk çağına varmakta olduğunu  gösteren sancılar olarak kabul etmektir.

Bahai Dini’ne göre bugün dünyada temel olarak birisi yıkıcı, diğeri yapıcı iki süreç işlemektedir. Yıkıcı süreç insanlığa çok büyük acılar yaşatmakla beraber, köklü oldukları kadar faydasız da olan eski anlayışları yerle bir etmektedir. Dolayısıyla bugün dünyanın muzdarip olduğu acılar esas itibarıyla insanlığı birliğe doğru götüren zorlu basamaklardır.

Öte yandan keskin bir gözle bakarsak örneklerini dünyanın birçok köşesinde görebileceğimiz yapıcı süreç ise insanlığın olgunluk döneminde kurulacak medeniyetin alt yapısını hazırlamaktadır. Milletlerarası işbirliği ilerlemiş, birçok eksikleri olsa da küresel kurumlar insanlığın kaderinde belirleyici olmaya başlamış, bilimsel araçlar birleşik bir dünyayı idare edecek duruma gelmiştir.

Bu dönem, en sonunda insanlığın yeryüzündeki kaderinin ve içinde saklı olan mükemmelliğin açığa çıkmasını sağlayacaktır. Ancak dünya barışının temellerini atmakta başarılı olmak istiyorsak, bunu sürekli gelişen maddi medeniyete eşlik edecek doğru bir din anlayışı olmadan başaramayız. Hz. Bahaullah’ın bu konuyla ilgili mesajı çok açıktır: “Din lambası karartılacak olursa… adalet ve insaf, sükunet ve barış ışığı artık parlamayacak.”151

Bütün dinlerin temelinde birlik ve barış yatar. İnsanların kendilerine nasıl davranılmasını istiyorlarsa başkalarına da öyle davranmaları gerektiği fikri bütün dinlerde vardır. Buna rağmen bugüne kadar din kurumu genellikle bölünme ve savaşa alet edilmiştir. İnsanlar ve özellikle de liderler İlahi Mesajı sadece yanlış anlamakla kalmamış, Tanrı Mazharlarının getirdiği ve özünde aynı olan öğretileri çarpıtarak kendi çıkarları için kullanmışlar ve sonuç olarak sayısız karmaşa ve ızdıraba yol açmışlardır. Böyle bir din anlayışının insanlığa barış ve birlik getirmeyeceği tüm çıplaklığıyla ortadadır.

Öte yandan din kurumunun bu şekilde kullanılmasının yarattığı felaketler ve hayal kırıklıklarıucsounnda ortaya çıkan insan icadı sistemler de barışı ve birliği sağlayamamıştır. Çünkü bu sistemler ya devleti kutsallaştırmış ya da en önemli şeyin ne  pahasına olursa olsun maddi rahatlığa ulaşmak olduğu düşüncesini aşılayarak, serbest piyasa ekonomisi gibi söylemlerle bir yandan belli kesimlerin çıkarlarını savunurken öte yandan da bencillik ve kavganın insanın yaratılışının bir gereği olduğu fikrini empoze etmişlerdir. Bu durumun kitleler üzerinde yarattığı sonuç ise derin bir umutsuzluk ve giderek çoğalan toplumsal problemler olmuştur.

Bahailer barış, birlik ve adaletin hüküm sürdüğü evrensel bir medeniyeti kurmanın, dünya liderlerinin en başta gelen sorumluluğu olduğuna inanırlar. Buna göre dünya liderleri işe yaramayan fikirleri terk ederek, değişmez bir istek ve kararlılıkla, birlik içerisinde, karşılıklı fikir alışverişinde bulunmak için bir araya gelmelidirler. Bazı silahların yasaklanması ve bazı çatışmaların sonlandırılması barışı tam manasıyla yine sağlayamaz. Savaşın sebeplerinin temelden ortadan kaldırılması  ve kalıcı bir çözüm bulunması yolunda atılacak adımlar, genel ve dünya çapında olmalıdır. Irkçılık, insanlığın birliği prensibine dayanan kanunlarla ortadan kaldırılmalıdır.

Aşırı zenginlik ve aşırı fakirlik, insanlığın maddi refahı önünde bir engel olmaktan çıkmalıdır. Milliyetçilik tüm insan ırkını sevebilmenin yolunu açmalıdır. Dini liderler, aralarındaki farklılıkları barışın hatırı için, ahenk içerisinde gidermelidir. Dünya çapında uygulanması gereken evrensel bir eğitim sistemi, insanlara tüm dünya insanlarını sevmeyi çocuk yaştan öğretmelidir.

Dünya liderlerinin yukarıda belirtilen görüşleri kabul etmesi çok önemli olsa da böylesine zorlu, büyük, iddialı ve asil bir hedefe yalnızca liderlerin çabalarıyla ulaşılamaz. Bu hedefe ulaşmak için gayret göstermek herkesin sorumluluğudur. Bu bağlamda bireylere düşen görev, günlük davranış ve yaklaşımların barış için kalıcı çözüme ulaşmayı sağlayacak ruhani prensiplere dayandırılması, yani bireyin bu hedefe uygun bir yaşam sürmesidir.

Partizan Siyasete Karışmama ve Devlete Sadakat
Bu konuyla ilgili Bahai yaklaşımını açıklayabilmek için öncelikle siyaset kelimesinden neyin anlaşılması gerektiğinin tarif edilmesi gerekir.

Eğer siyaset adil, barışçıl ve müreffeh bir toplumsal düzen kurmak ve bu düzenin devamlılığını ve gelişimini sağlamak  olarak tanımlanacaksa Bahai Dini bununla çok yakından ilgilidir; çünkü din kurumunun varlık nedeninin insanlığın hem manevi hem maddi açıdan gelişmesine rehberlik etmek olduğu temel bir Bahai öğretisidir. Diğer bir deyişle ülkelerinin ve dünyanın sorunlarıyla ilgilenmek ve kendi öğretilerinden kazandıkları anlayışlar ışığında bu sorunların çözümüne katkıda  bulunmak için çaba göstermek Bahailerin inançlarının bir gereğidir.
 
Ancak eğer siyaset belli bir siyasi görüş ya da partinin iktidara gelmesi ya da iktidardan gitmesi için çaba göstermek şeklinde tanımlanırsa o zaman Bahai Dini tamamıyla gayri siyasidir, gayri partizandır ve özel bir ırkı, sınıfı veya milliyeti yüceltmeyi amaçlayan herhangi bir politika veya düşünce tarzıyla taban tabana zıttır. Hz. Bahaullah, bugünün dünyasında hüküm süren siyasi düzenin özellikleri olan ihtilaf ve çekişmeden mutlaka kaçınmaları konusunda Bahaileri kesin bir dille uyarmıştır. Dolayısıyla Bahailer hangi ülkede yaşarlarsa yaşasınlar, herhangi bir siyasi oluşumun ya da akımın lehinde ya da aleyhinde olacak hiçbir faaliyete katılmazlar.

Bahai Dini’nde çok önem verilen bu prensibin nedeni, bu çağda dünya insanlarının karşısındaki en büyük meydan okumanın insanlığın birliğinin tesis edilmesi olduğu yönündeki kuvvetli inançtır. Toplumun gerçek gelişimi, medeniyetin insanlığın olgunluk  seviyesine  ulaşmasıyla  başarılacaktır.  Bu  konuda  Hz. Bahaullah’ın beyanı şöyledir: “İnsanlık âleminin birliği sağlam bir biçimde tesis edilmedikçe ve edilinceye kadar, refah, barış ve güvenliğine ulaşılamaz.”152 İnsan âleminin birliği, evrensellik anlayışını da beraberinde getirir. Nitekim Bahailer dünyada yaşanan problemlerin tamamına yakınının aslında evrensel olduğuna ve bu vizyonla ele alınmadıkça tamamen çözülemeyeceğine inanırlar. Bahai İnancı’na göre günümüzün siyasi araç ve yöntemlerinin problem çözme kapasitesi sınırlı ve hatta yetersizdir; çünkü doğası gereği toplumsal kesimleri kamplara ayıran siyasi hareketler evrensel problemlere çözüm teşkil edemez.

Öte yandan Bahailer içinde yaşadıkları toplumun refahını geliştirmeye katkıda bulunmak için vatandaşlık görevlerini yerine getirmenin çok önemli olduğuna inanırlar. Bu nedenle örneğin seçimlerde, yaşadıkları ülkeye en değerli katkıyı yapacağına inandıkları bir adaya, kendi vicdanları doğrultusunda oy verme konusunda özgürdürler. Bahai Dini’nin siyasete karışmama prensibi, bu dine inananların kendi toplumlarına hizmet için herhangi bir konuda kamusal seviyede görev almalarını da engellemez. Aksine, insanların eşitliği ve aralarında ayrım yapılmaması gibi birçok toplumsal çalışmada Bahailer birçok ülkede yıllarca ön saflarda hizmet etmişlerdir. Bunun yanı sıra Bahailer yaşadıkları ülkede çeşitli idari görevlerde de  yer alabilirler ancak siyasi herhangi bir makamları olamaz ya da bir siyasi parti veya oluşum adına ya da aleyhinde çalışmazlar.

Partizan siyasete karışmama prensibi, hem inanç seviyesinde  hem de uygulamada, devlete sadakat ve yasalara itaat öğretisi ile yakından ilişkilidir. Dolayısıyla yasalara itaat etmek ve devleti yıkmaya ya da zayıflatmaya çalışan her türlü çaba ve hareketten uzak durmak tüm Bahailer için dini bir yükümlülüktür.

Ekonomik Sorunların Çözümü İçin Ruhani Yaklaşım
Maddi dünyayı fiziksel prensipler yönetmektedir. Sosyal dünya ise düzenli bir toplumun işleyişinin temelini oluşturan ahlaki prensipler tarafından yönetilmektedir. Buna bağlı olarak Bahai öğretileri, ekonomik adaletin ve refahın ancak hayatın ruhani ve maddi yönleri arasındaki sıkı bağ fark edildiğinde ortaya çıkabileceğini savunur. Dünyadaki ekonomik krizlerin insanlığın genelini hoşnut edecek bir şekilde çözülebilmesi, ancak akli ve kalbi anlayışlarda köklü bir değişim ile mümkündür.
 
Hz. Şevki Efendi bireysel ve toplumsal gelişim sürecine dair Bahai yaklaşımını şöyle açıklamıştır:

… Bahai Dini de, diğer tüm ilahi dinler gibi, temeli itibarı ile mistik bir karaktere sahiptir. Temel hedefi, ruhani erdemlerin ve güçlerin elde edilmesiyle, bireyin ve toplumun gelişmesidir. Beslenmesi gereken ilk şey insan ruhudur.153

Bahai toplumu bu ve sayısız başka Bahai yazısından aldığı  ilhamla ekonomik sorunların ve yoksulluğun yok edilmesi alanındaki çabalar için kılavuz olarak iki prensibi önermektedir: Adalet ve birlik. Bu iki prensip, maddi kalkınmanın insanlığın ahlaki ve kültürel ilerleyişinde bir araç olarak hizmet ettiği bir kalkınma vizyonunun temelini oluşturur.

Adalet, yasaların uygulanması, ekonomik sistemlerin düzenlenmesi, servetin ve fırsat eşitliğinin yeniden dağılımı ve özel ve kamusal yaşamda en yüksek etik standartlara şaşmaz bağlılık sayesinde, yoksulluğu yeryüzünden silmek için insan potansiyelinden yararlanabilen araçları sağlar.

Bugün dünyanın geri kalmış bölgelerindeki ekonomik sorunların çözümü için pek çok küresel girişimde bulunulmaktadır. Ancak bu girişimlerde temel bir yöntemsizlik problemi vardır. Bahai görüşüne göre yoksulluğu hafifletme çabalarına yön vermesi gereken yaklaşım, maddi olanaksızlıklar kadar ruhani yoksunluklara da hitap edilmesidir. Maddi kaynak yaratmak mutlaka gereklidir; fakat bu yine de insanlığın refahını sağlayacak bir vizyonu tek başına ortaya çıkaramaz ve insanın doğası veya varoluşun   amacı   hakkındaki   derin   sorulara   doyurucu yanıt veremez.

Bir başka deyişle maddi ve teknik çalışmalar, günümüzün ekonomik sorunlarına yol açan yıkıcı anlayışların üstesinden gelebilmek için insanoğlunun karakter ve değer yargılarında ihtiyaç duyulan köklü değişiklikleri tek başlarına sağlayamazlar. Bu tür çabalar, ne kadar saygıdeğer olurlarsa olsunlar, insan iradesini sebat etmek, mükemmelliği yakalamak, alçakgönüllülükle hizmet etmek, bilgiyi aramak ve tüm insanlığın refahı için çalışmak üzere canlandıramayacak ve güçlendiremeyecektir.

Bunun yanı sıra Bahailerin inancına göre insanlığın yoksulluğu ortadan kaldırma çabalarında da gerçek bir küresel uygarlığın doğmakta olduğunun işaretlerini görmekteyiz. Yeni düşünce modelleri, yeni ölçütler, yeni yasal ve kurumsal düzenlemeler toplumlarda yer bulmaya çalışmaktadı.r Sorunlara ve bunlar ın olası çözümlerine dair anlayışımız geliştikçe, benzeri görülmemiş küresel bir fikir birliği ve buna eşlik eden uluslararası işbirliği kapasitesi, bugüne kadar başarabildiğimizden çok daha büyük bir sonucun yolunu açmaktadır. Fakat yoksulluğun üstesinden gelmek için ihtiyaç duyulan bilgiyi ve kararlılığı oluşturmak için, insanın ruhani ve zihinsel potansiyelinin tüm öğelerinin göreve davet edilmesi gerekecek, tüm insanlık buna dâhil olurken uygarlığın dokusunu yeniden oluşturacaktır.

Yüce Adalet Evi’nin bu konu ile ilgili bir açıklaması şöyledir: “Soruna taze bir açıdan bakabilmek için geniş bir bilimsel dallar yelpazesine mensup ve ekonomik ve ideolojik polemiklerden kaçınan uzmanlarla müşavere yapılması ve doğrudan etkilenecek kişilerin acilen alınacak kararlara katılması gerekir. Bu, sadece aşırı zenginlik ve yoksulluğun ortadan kaldırılması lüzumuna  bağlı  bir  mesele  olmayıp,  kavranması  yeni  bir  evrensel tutum yaratabilecek ruhani gerçeklerle de ilgilidir. Böyle bir tutumun geliştirilmesi tek başına sorunun büyük bir kısmını çözebilir.”154

Evrensel Yardımcı Dil

Bahai Dini’ne göre küresel barışa giden en büyük adımlardan bir tanesi evrensel bir yardımcı dil ve  alfabenin tesis edilmesidir.  Hz. Bahaullah’ın bu konuda verdiği ilahi mesaj şöyledir:

Dünya halklarının evrensel bir dil ve ortak bir yazı benimseyecekleri gün yaklaşıyor. Bu olunca, bir insan hangi şehre gidecek olsa, kendi memleketine gelmiş gibi olur. Bu şeyler zorunlu ve kesinlikle gereklidir. Bu yazılan şeylerin olabilmesi için çalışmak ilim ve anlayış sahibi her insanın vazifesidir.155

Bahailer bugün yaşadığımız birçok anlaşmazlığın bir nedeninin de insanların birbirlerinin dilini yeterli ölçüde anlayamamaları olduğu düşüncesindedir. Her ülkede farklı bir dilin konuşuluyor olması, bir insanın ülkesinin dışına çıktığında kendisini yabancı hissetmesine neden olmaktadır ki bu yabancılık duygusunun hem günlük hayatta hem de farklı ülkelerden insanlarla duygusal ve fikirsel ortaklıklar kurulmasının önünde önemli bir engel olduğu açıktır.

Uluslararası ilişkilerin daha az olduğu geçmişte bu konu ciddi bir problem değildi. Ancak toplumlar artık eski çağlardaki gibi, birbirlerinden habersiz değildir. Bilim ve teknolojinin gelişimiyle küçülen dünyamızda evrensel bir dilin varlığı, her milletle ilişki kurmayı mümkün kılacaktır. Böylece insanın sadece iki dil  bilmesi   yeterli   olacaktır;   anadil   ve   evrensel   dil.

Birincisiyle kültürel çeşitlilik korunurken, ikincisi bir kişinin  dünya üzerindeki her insanla doğrudan iletişim kurmasına olanak sağlayacaktır.

Bu öğreti Bahailer açısından günlük yaşamda sağlayacağı pratik faydaların ötesinde bir anlam taşır. Hz. Bahaullah dünyanın tüm insanlarını birleştirecek ve onları aynı ailenin üyeleri yapacak ilahi öğretiler getirmiştir. Böyle ortak bir dil bir kişinin nereye giderse gitsin karşısındaki insanları anlamasını ve kendisini evinde hissetmesini kolaylaştıracak, dolayısıyla insan âleminin birlik araçlarından birisi hâline gelecektir.

Yardımcı evrensel dil konusunda Hz. Bahaullah’ın tavsiyesi ya mevcut dünya dillerinden birisinin seçilmesi ya da bilim adamları tarafından yeni bir dilin oluşturulmasıdır:

Ey dünyanın her yerinde meclislerin üyeleri! Dünya üzerinde herkesin kullanması için tek bir dil seçin ve aynı şekilde de ortak bir yazı kabul edin… Bu birliğin nedeni olacaktır, eğer idrak edebilseydiniz; uyum ve uygarlığın ilerlemesinde en büyük araç olacaktır, eğer anlasaydınız!156